İnvaziv Mantarlar: Etyoloji ve Epidemiyoloji
Yrd. Doç. Dr. A. Seza İNAL
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Bakteriyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, ADANA
Invasive Fungi: Etiology and Epidemiology
Anahtar Kelimeler: Mantarlar, infeksiyon, epidemiyoloji
Key Words: Fungi, infection, epidemiology
FIRSATÇI MANTARLAR
Kandidoz
Candida türleri gerçek veya yalancı hifa oluşturma yetenekleri olan maya türünden mantarlardır. Her yerde; toprak ve gıdalarda, insan derisinde, gastrointestinal, genitoüriner ve solunum yollarındaki mukozalarda bulunur. Belirli durumlarda klinik olarak önem taşıyan Candida türleri C. albicans, C. guilliermondii, C. krusei, C. parapsilosis, C. tropicalis, C. kefyr, C. lusitaniae, C. rugosa, C. dubliniensis ve C. glabrata (Torulopsis glabrata)'dır.
Genellikle tek hücreli şekilde bulunur ve hem seksüel hem de aseksüel şekilleri vardır. Küçük (4-6 µm), ince duvarlı, oval şekilli (blastospor) olup, tomurcuklanma ile çoğalır. Rutin aerop kan kültürlerinde ve agarda iyi ürer ve özel besiyeri gerektirmez. Candida mikroorganizmaları stafilokok kolonilerini andıran düz, krem rengi-beyaz, parlak koloniler yapar. Mikroskobik incelemede maya, hifa, yalancı hifa şekilleri bulunabilir ve hifa ve yalancı hifa görülmesini kolaylaştırmak amacıyla %10'luk potasyum hidroksit kullanılabilir. Hızlı bir ön tanı için mikroorganizma serum içine konarak 90 dakika içinde hücre yüzeyinden küçük çıkıntılar meydana gelip gelmediği araştırılabilir ki, bu yöntem germ tüp testi adıyla bilinir.
1940'lı yıllarda antibiyotiklerin kullanıma girmesinden sonra kandida infeksiyonlarının insidansında keskin bir artma gözlendi. 1980-1990 yılları arasında 180 hastanede yapılan bir takip araştırmasında Candida türleri hastane infeksiyonu etkenleri arasında altıncı sırada yer alırken, idrardan en fazla soyutlanan (%46) etken idi. Candida türleri dolaşım infeksiyonlarının da en önemli dördüncü etkeni (%8) olup, mortalitesi %29 olarak bulunmuştur (mantar dışındaki dolaşım etkenlerinin mortalitesi %17). Diğer taraftan, kandidemilerde non-albicans türlere doğru giderek artan bir kayma söz konusudur. 1997-1999 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kanada, Güney Amerika ülkeleri ve Avrupa'da yürütülen bir takip programında 71 merkezde 1184 kandidemi tespit edilmiştir. Bütün kan dolaşımı infeksiyonu etkeni olan mayaların %55'i C. albicans'a bağlı olup, bunu C. glabrata (%20), C. parapsilosis (%15), C. tropicalis (%9) ve diğer Candida türleri (%6) izlemekteydi.
İnvaziv kandidozun sıklığındaki değişiklikler en fazla şu hasta gruplarında dikkat çekmektedir: Yoğun bakım ünitelerinde yatırılan hastalar, hematolojik malignansisi olanlar, hematopoietik kök hücre ve organ transplant alıcıları. Yayınlanmış 74 araştırmanın derlendiği bir yazıda Candida türleri ile kolonizasyon ve infeksiyon için en önemli risk faktörlerinin şunlar olduğu gösterilmiştir: Altta yatan hastalık varlığı [hematolojik kanser (OR 1.7-45), böbrek yetmezliği (OR 1.4-22), karaciğer yetmezliği (OR 7-42)], invaziv girişimler veya cihazlar [santral venöz kateter veya arteryel kateter (OR 5.8-26), üriner kateter (OR 1.3), bir hastanın hastaneler arasında transferi (OR 21) ve uzun süreli antibiyotik (OR 1.7-25) özellikle de vankomisin (OR 275) kullanımı]. Gerçekten de, farelerde ve insanlarda vankomisin kullanımının gastrointestinal sistem (GİS)'de C. albicans ile kolonizasyonu arttırdığı gösterilmiştir.
Hematopoietik kök hücre transplant alıcılarında kandida infeksiyonlarının sıklığında genel bir azalma ile birlikte non-albicans Candida türlerinde artış gözlenmekte, bu gelişmelerden yoğun olarak uygulanan flukonazol profilaksisinin sorumlu olduğu düşünülmektedir. Nötropeni ve Graft Versus Host hastalığı sırasında flukonazol ile antifungal profilaksi (transplantasyon sonrası 75. güne kadar) yapılması invaziv kandidoz insidansında azalma, hayatta kalma oranında artmayla sonuçlanmaktadır. Bununla birlikte, transplant öncesinde en fazla kolonizasyon yapan tür C. albicans olduğu halde, transplant sonrasında ve flukonazol kullanımından sonra C. krusei ve C. glabrata sık gözlenmektedir. Bir başka çalışmada, görece C. krusei (OR 27.07) ve C. glabrata (OR 5) artışında en önemli belirleyicinin flukonazol profilaksisi olduğu gösterilmiştir. Bununla birlikte, randomize kontrollü 16 çalışmanın meta-analizinde kemik iliği transplantasyonu yapılmayan nötropenik hastalarda flukonazol profilaksisinin sistemik mantar infeksiyonlarını ve buna bağlı mortaliteyi azaltmadığı belirlenmiştir.
Organ transplant alıcıları arasında invaziv kandida infeksiyonları en fazla karaciğer ve pankreas transplant alıcılarında gözlenmektedir. Karaciğer transplant alıcılarında, invaziv kandidal infeksiyonların insidansında, sistemik antifungal profilaksi yapılmasa bile genel bir azalma dikkati çekmekte, birçok merkez insidansı %10'un altında bildirmektedir.
Moleküler tiplendirme sonucunda, olguların büyük çoğunluğunda önce kolonizasyon, daha sonra, bu endojen kaynaktan kandidemi geliştiği görülmüştür. Bu, C. albicans ve C. parapsilosis hariç non-albicans Candida türlerinin hepsi için doğru görünmektedir. C. parapsilosis'in infeksiyon oluşturmasında infekte biyolojik materyaller, intravenöz sıvılar, hastane çevresi ve sağlık görevlilerinin elleri ile insandan insana bulaşma önemli rol oynamaktadır. Aynı zamanda, hastadan hastaya, hemşireden hastaya ve cinsel eşler arasında insandan insana geçiş de giderek önem kazanmaktadır.
AIDS'li hastalarda orofarengeal kandidoz rekürrensinin yeni bir suşla infeksiyon gelişimi de mümkün olmakla birlikte, çoğunlukla aynı türe (relaps) bağlı olduğu da gösterilmiştir.
Candida infeksiyonlarının sıklığı giderek artarken, daha önce tanımlanmamış tablolar da giderek artan sayıda bildirilmektedir. Pamukçuk, özefajit, özefagus dışı gastrointestinal kandidoz, vajinit, kütanöz sendromlar (follikülit, balanit, intertrigo, dissemine kütanöz kandidoz, paronişi, kronik mukokütanöz kandidoz vb.), santral sinir sistemi ve solunum sistemi tutulumları, kalp tutulumu ve endokardit, üriner sistem kandidozu, artrit, osteomiyelit, karaciğer ve dalak tutulumu, göz ve damar infeksiyonunun yanı sıra dissemine kandidoz görülebilir.
Aspergilloz
Aspergilloz dünyada invaziv küf mantarları ile gelişen infeksiyonlar içinde en yaygın olanıdır. Hem sağlıklı hem de bağışıklık sistemi baskılanmış insanlarda hastalık yapabilir. Aspergilloz terimi eskiden hem ortaya çıkan hastalık hem de kolonizasyon için kullanılırken, bugün bu terim invaziv hastalık ve allerjik hastalığı ifade eder, ancak kolonizasyon için kullanılmaz.
Aspergillus türleri insanlarda kolonizasyon ve sonrasında allerjik reaksiyon, daha önceden mevcut kavitelerde yerleşerek (fungus topu ve aspergilloma) veya doku invazyonu ile infeksiyon yapabilir. İnvaziv hastalığa yol açan Aspergillus türleri görülme sıklığına göre A. fumigatus (yaklaşık %90), A. flavus (yaklaşık %10), A. niger, A. terreus ve A. nidulans (< yaklaşık %2) şeklinde sıralanır. A. niger otomikozun, A. flavus da sinüzitin önde gelen etkenlerindendir.
Aspergillus türlerinin çoğu sadece aseksüel üremekle birlikte telemorflu olanlar askomiçettir. Patojenik Aspergillus türleri klinik laboratuvarlarda kullanılan bakteriyolojik veya fungal besiyerlerinde kolaylıkla ürer. Mikroorganizma 36-90 saat sonra agar yüzeyinde küçük, tüylü beyaz koloniler meydana getirir. 30-37°C'de, 36-48 saat geçtikten sonra sporulasyon meydana gelir.
Aspergillus Antarktika dahil dünyanın her yerinde bulunur. Başlıca ekolojik yerleşim yeri bozulan sebze artıklarıdır. Çiftliklerde, saman depolarında en az 106/m3 spor mevcuttur. Kistik fibrozlu hastalarda kolonizasyon toplumdan yüksektir ve marihuanada bol miktarda Aspergillus sporu bulunabilir.
On yıl boyunca izlenen otopsiler içinde invaziv aspergilloz %1.4 sıklıkta saptanmıştır. Bununla birlikte, bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda insidans %10.7 olup, en yüksek insidans karaciğer transplant alıcılarında ve hematolojik malign hastalığı olanlarda görülmektedir. Çevrede inşaat çalışmaları olduğunda, bağışıklık sistemi baskılanmış hastalar arasında küçük salgınlar geliştiği bildirilmektedir. En fazla akciğer ve beyinde tutulum yapar. AIDS'li olgularda invaziv aspergilloz genellikle otopsi sırasında belirlenir. İnsan immünyetmezlik virüsü (HIV) infeksiyonu için çok aktif antiretroviral tedavi [Highly Active Antiretroviral Therapy (HAART)] öncesinde insidansı %0.9-8.6 arasında bildirilmekteydi. Astımlı hastalardaki allerjik bronkopulmoner aspergilloz (ABPA) %6-28 arasında değişirken, kistik fibrozlu hastalarda %6-25 oranlarında bildirilmektedir.
Hastalık tablolarının gelişmesi için gereken inokülum büyüklüğü kesin olarak bilinmemekle birlikte, bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda bu miktar muhtemelen daha küçüktür. Mikroorganizmaya maruz kaldıktan sonra hastalık gelişmesine kadar geçen inkübasyon süresi değişkendir ve iki farklı olguda 36 saat ile üç ay kadar değişik olabilmektedir. Nötropenik hastalar hastaneye ilk geliş sırasında Aspergillus ile kolonize olsalar bile nötropeninin 12. gününden önce invaziv aspergilloz görülmemektedir.
Kriptokokoz
Kriptokokoz Cryptococcus neoformans tarafından meydana getirilen sistemik bir infeksiyondur. 1894 kadar erken yıllarda Otto Buse "coccidia türleri"nin neden olduğu tümör benzeri yuvarlak oluşumlar tanımlamıştır. Bütün kriptokok türleri içinde C. neoformans en patojenik olandır. Kriptokokal menenjit HIV infeksiyonu olan insanlardaki, hayatı tehdit eden en şiddetli infeksiyondur.
C. neoformans kapsüllü, tomurcuklanarak çoğalan maya benzeri bir mantardır. Kriptokok polisakkarid kapsülünün kimyasal yapısına göre üç varyete içinde dört serotip belirlenmiştir:
Serotip A: C. neoformans var. grubii,
Serotip D: C. neoformans var. neoformans,
Serotip B ve C: C. neoformans var. gattii.
C. neoformans'ın seksüel şekli Filobasidiella neoformans olarak sınıflandırılır ve iki çiftleşme fenotipi vardır: a- ve a-çiftleşme tipi. Klinik izolatlarda a-tipi çiftleşme her zaman daha hakimdir.
C. neoformans var. neoformans ve grubii her yerde yaygın olarak bulunur. Bunlar, bütün yıl boyunca, özellikle yaşlı güvercinlerin dışkılarında bulunur ve en fazla bağışıklığı zayıflamış bireylerde hastalık yapar. C. neoformans güvercinlerin dışkısında yüksek konsantrasyonda ürer, ancak kuşlar infekte değildir. C. neoformans doğada saprofittir. Kriptokokal infeksiyonlar herhangi bir endemik alan belirlenmeksizin, dünyanın her tarafında görülür, ancak serotiplerin dağılımı farklılık gösterir. Dünyada şimdiye kadar en yaygın görülen serotip A olmakla birlikte, bazı bölgelerde serotip D ile infeksiyon artmaktadır. Predispozan faktörlerle birlikte serotip A ile D arasındaki klinik tabloların farklılık göstermesi, konak ve çevre ile ilişkili faktörlerin bu dağılımı etkilediği görüşünü desteklemektedir.
C. neoformans var. gattii tropikal ve subtropikal bölgelerde yaygındır ve esas olarak Avustralya, Güney Amerika, Afrika'nın bazı bölgeleri, Güney Batı Asya, Avrupa'nın güneyi ve California'nın kuzeyinde, okaliptüs ağacının nehir kenarı ve karasal bölgede yetişen türleriyle birlikte bulunur. Yakınlarda Vancouver Adası'nda bir salgın meydana gelmiştir. En yüksek insidansı okaliptüs ağacının çiçeklenme mevsiminde, yani kasım ile şubat ayları arasında yapar.
Hem insan hem de hayvanda doğadan alınmış infeksiyon gösterilmiş, ancak hayvandan insana bulaş gösterilememiştir. Bulgular, hastalığın esas olarak mikroorganizmanın aerosolize olup, solunumla alındıktan sonra geliştiğini göstermektedir. Doğada güvercin dışkısı ve topraktan bu mekanizmaya uygun olarak, alveole birikmeye uygun boyutta (< 2 µm) canlı partiküller elde edilmiştir. Güvercinlerle yoğun teması olan sağlıklı bireylerde kriptokokal antijene ve kriptokoksine karşı gecikmiş deri testi pozitifliğinin oranı yüksektir. Doğada bu kadar yaygın olmasına rağmen çok sayıda bireyi etkileyen salgınlar çok nadirdir, iş ile ilişkili bir predispozisyon belirlenmediği gibi, güvercinle, toprak veya okaliptüsle temas öyküsü de tanıda yararlı değildir. İnsandan insana solunum yoluyla bulaş gösterilmemiş, ancak aktif kriptokokozu bulunan olgudan yapılan doku transplantasyonu sonrasında sistemik infeksiyon ve endoftalmit bildirilmiştir. Çalışmaların çoğu, her hastadaki infeksiyonun tek bir C. neoformans ile meydana geldiğini ve tekrarlayan infeksiyonların başlangıçtaki bu mikroorganizma tarafından oluşturulduğunu desteklemektedir.
ABD, Batı Avrupa ve Avustralya'da AIDS'li hastalarda kriptokokoz insidansı %6-10 olarak tahmin edilmektedir. Fakat HAART uygulanmadan önceki dönemde, ABD'de AIDS'li hastalarda kriptokokozla ilişkili ölümün, muhtemelen azollerin kandidoza yönelik olarak yaygın olarak kullanımı nedeniyle 1987 yılında %7.7'den 1992 yılında %5'e düştüğü gösterilmiştir. HAART'nin uygulamaya girmesinden sonra kriptokokoz insidansı biraz daha azalmıştır.
Sahra altı Afrika'da AIDS hastalarında kriptokokozun insidansı %15-30 arasındadır. Kriptokokoz Zimbabwe'deki HIV infeksiyonu olan hastalarda AIDS göstergesi olan hastalıkların %88'ini ve erişkin menenjitlerinin de en önemli nedenini oluşturmaktadır. AIDS'lilerde, olguların neredeyse %100'ünde, hatta C. neoformans var. gattii'nin endemik olduğu yörelerde bile C. neoformans var. grubii etkendir. Fransa'da C. neoformans infeksiyonları, insidansı serotip A'dan cilt lezyonlarında yüksek, menenjitlerde daha düşük olan serotip D tarafından meydana getirilir. Bağışıklık sistemi sağlam olan bireyde kriptokokal infeksiyonların %70-80'inde etken C. neoformans var. gattii'dir. Anlaşılamayan nedenlerle kriptokok menenjiti çocuklarda istatistiksel olarak beklenenden daha nadir görülmektedir.
Yeni immün baskılayıcı tedaviler de fırsatçı mikozların sıklık, spektrum ve klinik tablosundaki değişiklikte rol oynamış olabilir. HAART ile tedavi edilen HIV infekte hastalarda C. neoformans insidansındaki düşme ile organ transplant alıcıları kriptokok infeksiyon riski altında olan gruplar içinde yeniden önem kazanmıştır.
Mukormikoz ve Diğer Zigomiçet İnfeksiyonları
Mukormikoz Mukorales takımındaki mantarların yaptığı infeksiyonların genel adıdır. Hastalık için fikomikoz ve zigomikoz gibi diğer isimler de kullanılır. Ayrıca, zigomikoz sözcüğü Entomophtorales ile oluşan hastalığı da kapsar. Mucorales ve Entomophtorales takımları Zygomycetes sınıfına dahildir. Zigomikozların başlıca şekilleri rinoserebral, pulmoner, kütanöz, gastrointestinal ve dissemine hastalıktır. Rhizopus, Mucor, Rhizomucor ve Absidia insanda zigomikoza en fazla neden olan türlerdir. Bunlardan tıbbi önem taşıyan zigomiçetler etrafta ve dokularda hifa yaparak üreyen küf mantarlarıdır. Bu mantarlar her yerde yaygın olarak bulunmasına ve özellikle çürüyen organik materyallerde üremesine rağmen mukormikoz nadir bir hastalık olup, hemen daima altta yatan hastalığı olan bireylerde görülür. Bunun tek istisnası, yeni tanımlanan bir tür olan ve özellikle bağışıklık sistemi sağlam bireylerde de zigomikoz etkeni olduğu bildirilen Apophysomyces elegans'tır.
Mukormikoz tablosunda en sık izole edilen etkenler Rhizopus türleri olup, bunları Rhizomucor takip eder. Bu cinsler arasında ayrım mikroskobik olarak rizoitlerin varlığı ve yerleşimi, apofizlerin bulunması ve kolumellaların morfolojisine göre yapılır. Bu mikroorganizmaların özel olarak tanınması tedavinin takibi, özellikle de esas etken olan mantarın eradikasyonunun kanıtlanması ve daha sonraki klinik örneklerde üreyen mantarın başlangıçtaki etkenle aynı olup olmadığını belirlemek için, farklı antifungal ilaçlara karşı türe özgü yanıtların gösterilmesi ve yeni antifungal ilaçların geliştirilmesi çalışmaları için gereklidir.
Mucoraceae çürüyen maddelerde bol bulunur, örneğin Rhizopus türleri küflü ekmekten sıklıkla izole edilebilir. Hızla üremeleri ve spor oluşturmaları nedeniyle bu sporların inhalasyonu her gün söz konusu olan bir durumdur. Steril olmayan yapışkan bantlarla deride meydana gelen mukormikoz bildirilmiştir. Tahta dil basacağı ve mikrobiyolojik örnek alınmasında kullanılan eküvyonların da kas dokuya ve GİS'e derin invazyonu bildirilmiştir, nadiren dissemine infeksiyon da gelişir. Bu mikroorganizmaların birçok ekolojik ortamda bolca bulunmalarına rağmen çok seyrek olarak infeksiyona yol açması, etkenin virülansının insan için oldukça düşük olduğuna işaret eder.
Hastalık insanda belirli gruplarda görülür. Olguların çoğu bağışıklığı ileri derecede baskılanmış, diyabetik veya travma hastasıdır. Giderek artan sayıda transplantasyon hastası risk grubu oluşturmaktadır. Bu hasta grubunda bütün değişik klinik şekiller görülebilir. Hastaların yarısından çoğunda rinoserebral tutulum görülürken, yaklaşık %10'unda pulmoner, kütanöz ve dissemine hastalık, %2'sinde de böbrek ve GİS tutulumu görülür. Bu transplant olgularının 3/4'ünde ek olarak ya diyabet vardır ya da bu hastalar rejeksiyon için tedavi almıştır. Çok az sayıdaki normal bireylerde de invaziv mukormikoz bildirilmiştir. Mukormikoz için risk faktörleri Tablo 1'de sıralanmıştır.
Penisilyoz
Penisilyoz, dokularda maya gibi üreyen dimorfik bir küf mantarı olan Penicillium marneffei tarafından meydana getirilir. Mantar Güneydoğu Asya'da endemik olup, ilk olarak Rhizomys sinensis adlı sağlıklı bambu sıçanlarından soyutlanmış, bunların yaşadığı bölgedeki toprakta varlığı da gösterilmiştir. İnsanlarda ve kemirgenlerde derin yerleşimli infeksiyonlara yol açar.
AIDS ortaya çıkmadan önceki dönemde endemik bölgedeki (Tayland'ın kuzeyi ve Çin'in güneydoğudaki kırsal bölgeleri) penisilyozlu hastaların çoğunda altta yatan hiç bir hastalık yok iken, bugün penisilyoz üçüncü sıklıktaki AIDS göstergesi olan hastalık olarak görülmektedir. Hastalık Tayland'ın Chiang Mai eyaletinde HIV ile ilişkili fırsatçı infeksiyonlar içinde tüberküloz ve kriptokokozdan sonra üçüncü sık infeksiyondur. En çok HIV ile infekte genç erişkinlerde görülmekle birlikte, çocukları etkilediği de bildirilmiştir. Hastalık muhtemelen toprak gibi çevresel kaynaklardan, konidyaların inhalasyonu sonucu gelişir.
Fuzaryoz
Fusarium türleri bütün dünyada yaygın olarak toprakta bulunur. Fusarium türleri ile gelişen infeksiyonlar (en yaygın türler Fusarium solani ve arkasından gelen Fusarium verticillioides'tir) nadir olup, bölgesel veya yaygın infeksiyona yol açabilir. Bölgesel infeksiyonlara örnekler keratomikoz, endoftalmit, sürekli ambulatuar periton diyaliz kateteri olan hastada peritonit, paronişi, invaziv burun infeksiyonu ile kemik, eklem ve deride travmaya bağlı lezyonlardır. 1970 yılından sonra, hematolojik malign hastalığı ve bağışıklık sistemi baskılanmış olgularda (AIDS) yaygın fuzaryoz giderek artan sayıda görülmeye başlamıştır. Bu infeksiyon solunum yolu ve çatlaklardan deri yoluyla inoküle olabilir. Yaygın infeksiyonun hemen öncesinde sinüzit tespit edilmiş ve kateter yoluyla da hematojen yayılım görülen olgular bildirilmiştir. Yaygın infeksiyonun bulunduğu olguların büyük bir bölümü akut lösemilidir ve hastaların çoğunda uzamış ve ağır (< 100 nötrofil/mm3) nötropeni mevcuttur. Ağır yanık ve sıcak çarpmasından sonra fuzaryoz geliştiği bildirilen nadir olgular mevcuttur.
SİSTEMİK MANTARLAR
Blastomikoz
Hastalık tek bir dimorfik tür olan Blastomyces dermatitidis tarafından meydana getirilir. Seksüel veya teleomorfik şekli Ajellomyces dermatitidis'tir. 35°C'nin altındaki sıcaklıkta tek tip, hiyalin, septalı hifa ve konidya oluşturarak küf şeklinde ürer. Kolonilerin tam olarak gelişmesi için en az iki hafta gerekir. Zenginleştirilmiş besiyerinde 37°C'de maya şekline döner ve katlantılı, nemli koloniler yapar.
B. dermatitidis'in doğal yerleşim yeri tam olarak çözülememiştir. Endemik bölge Kuzey Amerika'nın güneydoğu ve orta kesimlerinin güneyidir. Özellikle Mississippi ve Ohio Nehri civarında yaygındır. Köpekler sık infekte olur, ancak B. dermatitidis için hayvan rezervuar olduğuna dair herhangi bir kanıt elde edilememiştir. Muhtemelen doğada yılın büyük bir bölümünde dorman olarak kalır ve uygun iklimsel koşullarda konidya üretmeye başlayarak hava yoluyla bulaşabilir hale gelir.
Hastalık daha çok orta yaştaki erişkin erkeklerde görülür. Blastomikoz her yaşta görülebildiği halde hastaların %60'ı 30-60 yaş arasındadır. Olguların %4'ünden azı 20 yaş altındadır ve hastalık nadiren çocuklarda görülmektedir. Ancak son zamanlarda özellikle salgınlarda her iki cinsiyetin de eşit oranda tutulduğu, hastaların üçte ikisini 16 yaşından küçüklerin oluşturduğu bildirilmiştir.
Erkek/kadın oranı geniş çalışmalarda 6/1 ila 15/1 arasında değişmektedir. Muhtemelen her iki cins de hastalığa duyarlı olmakla birlikte, erkekler kronik veya dissemine hastalık geçirmeye daha yatkındır.
Genetik veya ırka ait hastalık oranlarındaki farklılıklar kanıtlanamamıştır. Sosyoekonomik ve çalışma koşullarıyla ilgili verilere göre fakirlik, malnütrisyon, el emeği ile iş yapma, tarım, yapım işi, toprak ve tahta ile temas hastalık gelişmesiyle ilişkili bulunmuştur. Blastomikoz insidansı AIDS dahil, bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda da nispeten düşüktür, ancak artma göstermektedir.
Koksidioidomikoz
Koksidioidomikoz birbirinden ayırt edilemeyen Coccidioides immitis ve Coccidioides posadasii tarafından meydana getirilir. Dimorfik bir mantar olan C. immitis miçel ya da sferül denen özel bir yapıda bulunur. Her iki şekil de aseksüel ürer ve bu nedenle klasik olarak seksüel sporların sınıflandırmasına dayanan taksonomide bu etkeni sınıflandırmak mümkün değildir. Moleküler analizlere göre ise B. dermatitidis ve Histoplasma capsulatum'a yakındır.
C. immitis rutin besiyerlerinde ve toprakta ürerken, apikal uzama göstererek miçel yapar. Bunların bir bölümü (artokonidya), bir hafta içinde otoliz ve hücre duvarının incelmesiyle olgunlaşır. Kalan kısmı ise, varil şeklini alıp hidrofobik bir dış tabaka geliştirir ve yıllar boyunca yaşama yeteneği kazanır. Artrokonidyaların kalıntıdan kolayca ayrılabilen hassas bir bağlantıyla bağlı olması, küçük hava hareketlerinde bile kopmaları sonucu hava yoluyla yayılarak inhalasyonuna imkan verir.
Akciğerde artrokonidyalar hidrofobik dış duvarını kaybederek yeniden şekillenir ve küresel bir yapı kazanır. Bu dönemde çekirdek ile hücre bölünür ve septalarla ayrılarak ve kız hücre veya endospor adı verilen her biri yaşayabilen formlar meydana gelir. Dokuda sferüller 75 µm boyutuna kadar büyüyebilir ve olgunlaşırken dış duvarı incelerek yırtılır, canlı endosporlar açığa çıkar. Bunlar ya dokuda aynı gelişimi gösterir ya da infeksiyon yerinden ayrıldığında miçelyal üreme gösterebilir.
Etken dünyanın Batı Yarımküresinde neredeyse tamamı kuzey ve 40. enlem üzerinde sınırlı bölgeye hastır. Dimorfik bir mantar olup, ABD'nin güneybatı, Meksika'nın kuzey ve Orta ve Güney Amerika'nın bazı bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Koksidial antijenle California okul çocuklarında deri testi reaktivitesi ile prevalans araştırmalarında infeksiyon riski yaklaşık %15, hatta askeri personelde bu oran %25-50 arasında iken, bugün bu risk her yıl için %3 olarak hesaplanmaktadır.
C. immitis diğer mikroorganizmalar tarafından inhibe edildiği halde, toprağın işlenmesi veya çeşitli kimyasal maddelerle muamelesi organizmanın yerleştiği bölgeyi kısıtlamamıştır. Miçeller toprağın birkaç metre altında bulunabilir ve bahar yağmurlarından sonra üretilebilir. Hava kuruduğu ve ısındığı zaman miçeller infeksiyöz artrokonidyalara dönüşür ve bunlar yaz süresinde en yüksek sayıya ulaşır. Endemik bölgede çöl kemirgenleri, köpek ve sığır gibi yerleşik faunada doğal infeksiyonlar da görülür.
C. immitis artrokonidyalarının inhalasyonu ya infeksiyona ya da koksidioidine karşı gecikmiş aşırı duyarlılık yanıtına yol açar. İnfeksiyonların yarısından fazlası iyi seyirli, geri kalanı da semptomatik fakat kendi kendine sınırlanan şekilde seyreder. Olguların yaklaşık %1'lik grubu ilerleyici akciğer hastalığına veya disseminasyona gider. Bazı bireyler birincil infeksiyondan sonra disseminasyon açısından risk taşır. Bu gruplar Filipinli, Afrikalı Amerikalı, Latin Amerikalı ve Kızılderililer'dir. Bu etnik yatkınlık, infeksiyona karşı etkin yanıt için genetik zeminin önemini ortaya çıkarır. Ek olarak erkekler, üçüncü trimestırdaki gebeler, hücresel bağışıklığın bozulduğu hastalar (AIDS) ve çok küçük ve çok ileri yaşlar ağır hastalığa duyarlılığa neden olur. Ağır akciğer hastalığı riskini arttıran durumlar arasında diyabet, sigara içme, düşük gelir ve ileri yaş sayılabilir. Artrokonidyaların yoğun olduğu havanın solunmasıyla gelişen salgınlar bildirilmiştir. Koksidioidomikoz endemik bölgede çalışan inşaat işçileri, arkeoloji öğrencileri ve toprakla bağlantılı iş yapan diğer kişilerde de iş hastalığı olarak görülebilir.
Histoplazmoz
Histoplazmoz insan ve hayvanda mantara bağlı olarak görülen akciğer hastalıklarının en önemli nedenlerindendir. Etken H. capsulatum'dur. İnfeksiyon tüm dünyada görülür ve miçel parçaları ve mikrokonidyaların inhalasyonu sonucu gelişir. İnsidansı dünyanın çeşitli bölgelerinde büyük farklılıklar gösterir.
H. capsulatum Ascomycetes sınıfının bir üyesidir ve insandan en sık H. capsulatum var. capsulatum ve H. capsulatum var. duboisii soyutlanmaktadır. Ajellomyces capsulatum adı verilen heterohalik seksüel şekli mevcuttur. Sıcaklığa bağlı dimorfik bir mantar olan H. capsulatum 35ºC'nin altında beyaz veya kahverengi küf mantarı, 37ºC'de küçük, yapışkan, yığın şeklinde koloniler oluşturan maya mantarı halinde ürer. Tipik olarak yavaş ürediğinden, en uygun koşullarda küf kolonisi bir-iki haftada meydana gelir ve bundan sonra konidyalar oluşur. Ancak klinik örneklerden üretmek için bazen 8-12 hafta beklemek gerekebilir. İlk soyutlandığı zaman çoğunlukla kahverengidir ve uzun beklediği zaman rengi beyaza döner. Oda sıcaklığında hem mikrokonidya hem de makrokonidya yapar.
H. capsulatum doğada azot içeriği yüksek toprakta ve yarasa ve kuş türlerinin yaşadığı yerlerde bulunur. H. capsulatum kuş pisliği, tavuk kümesleri, yarasaların yaşadığı mağaralar ve benzeri yerlerden soyutlanabilir. Konidyalar kuruduğunda kolayca havaya dağılır ve rüzgarla veya kuş ve yarasalarla da taşınabilir. Etken, hastalığın en prevalan olduğu şu coğrafik bölgelerde yaygındır: Missouri'de Ohio-Mississippi Vadisi, Kentucky, Tennessee, Indiana, Ohio ve Güney İllinois. Bu bölge kuş dışkılarının yığınlar halinde en yaygın bulunduğu yerdir.
Afrika'daki histoplazmoz olgularında hem H. capsulatum hem de stabil varyantı H. capsulatum var. duboisii soyutlanmıştır. Afrika'da H. capsulatum var. duboisii ile gelişen histoplazmoz olguları bütün dünyada H. capsulatum var. capsulatum ile görülen histoplazmoz olgularından deri ve kemik lezyonlarının daha sık, akciğer tutulumunun daha az, dev hücre gelişiminin bariz ve dokudaki maya hücrelerinin daha büyük ve kalın duvarlı olmasıyla farklılık gösterir. Bu klinik özellikler tipik ve her zaman görülüyor olmasına rağmen, in vitro olarak H. capsulatum var. duboisii'nin diğerlerinden morfolojik, fizyolojik ve antijenik içerik özelliklerine göre güvenilir bir şekilde ayırt edilemez. Aslında H. capsulatum var. duboisii ile H. capsulatum var. capsulatum'un çiftleşmesi ve her ikisinin de seksüel şeklinin A. capsulatum olması nedeniyle aynı türdür.
Histoplazmin antijeni
özel bir buyyon vasatında
H. capsulatum'un miçel fazının üretilmesiyle elde edilir. Standardize
edilmiş konsantrasyondaki kültür filtratı 0.1 mL intradermal olarak enjekte
edilir. Kırk sekiz saat sonra, 5 mm'den büyük endürasyon pozitif reaksiyonu
gösterir. Pozitif test sonucu, H. capsulatum'a karşı daha önceden
duyarlılık olduğunu gösterir. Daha önceden testin negatif olduğu bilinmiyorsa,
pozitif testin tanısal değeri yoktur. Bazı antijenik determinantları başka
patojenik mantarlarla ortak olduğundan dolayı çapraz reaksiyonlar görülebilir.
Örneğin; C. immitis veya B. dermatitidis'e karşı duyarlı
bireylerde histoplazmin testiyle yanlış pozitif sonuç alınabilir.
1950'li yıllardan beri bütün dünyada yapılmakta olan histoplazmin deri testi çalışmaları ile hastalığın prevalansına ilişkin yoğun bilgi birikimi sağlanmıştır. ABD'nin orta kesimlerinde bazı bölgelerde, 20 yaş üstündeki toplumun %80-90'ında deri testi reaktivitesi görülmektedir. Deri testi araştırmaları ile, sadece ABD'de 40 milyondan fazla kişinin etkene duyarlandığı ve her yıl 500.000 yeni infeksiyon geliştiği hesaplanmaktadır. Bunların 55.000-200.000'i semptomatik olup, 1500-4000'i hastaneye yatış gerektirmektedir. Bu hesaba göre her yıl 20-30 ölüm meydana gelmektedir. Bu hesap 1980 öncesi verileri göstermekte olup, AIDS nedeniyle fırsatçı histoplazmoz gelişen olguları kapsamamaktadır.
Aynı anda çok sayıda kişinin maruz kalmasına bağlı olarak akut respiratuar histoplazmoz salgınları ve epidemiler görülmüştür. Histoplazmin deri testi reaktivitesi erkek ve kadınlar arasında fark göstermezken, hastalık erkeklerde kadınlardan dört kat daha fazla gelişir. Puberte öncesinde kadın ve erkeklerin hastalığa yakalanma hızları ve deri testi reaktif olanların oranı eşittir. Bebeklerde ve 50 yaş üzerinde hastalık ağır ve mortalite daha yüksektir. Hastalığa birçok evcil ve vahşi hayvan duyarlı olup, yarasa gibi bazı hayvanlar rezervuar olarak organizmanın yayılımında rol oynar.
SUBKÜTAN MİKOZLAR
Sporotrikoz
Sporothrix schenkii tarafından meydana getirilen akut veya subakut bir infeksiyondur. Etken dimorfik bir mantardır ve hem hifalı saprofitik hem de parazitik maya evresi vardır. Laboratuvarda 25ºC'de ve arkasından 37ºC'de bekletildiğinde her iki fazda da üretilir. Lenfokütanöz veya ekstrakütanöz yerleşimli lezyonlardan kültür yapıldığında hem 35ºC'de hem de 37ºC'de üreme olurken, yayılımı çok sınırlı olan kütanöz lezyonlardan yapılan kültürlerde sadece 35ºC'de ürediği bildirilirken, bunun aksine her iki grup lezyondan elde edilen mikroorganizmanın termo-tolerans göstermediğine dair bulgular da elde edilmiştir.
S. schenkii 26-27ºC sıcaklık ve %92-100 nem oranında, yosun, çürüyen bitkiler, toprak ve saman varlığında daha iyi ürer ve mikroorganizmanın hayatta kalımı artar. Bununla birlikte, hastalık Brezilya, Peru, Hindistan gibi çok geniş bir iklimsel ve coğrafik dağılımda görülmektedir.
Birçok salgın sırasında S. schenkii'nin kaynağı tespit edilebilmekle birlikte, endemik bölgelerdeki infeksiyon rezervuarı her zaman bulunamaz. Bu noktanın halen tam anlaşılamamış olması nedeniyle, endemik bölgelerde koruyucu önlemler alınmasına engel olmaktadır. Sporotrikoz kedi, armadillo, at ve eşek gibi hayvanlarda da görülür. Bunların ve diğer hayvan türlerinin rezervuar olarak rollerinin belirlenmesi için çalışmalara ihtiyaç vardır.
İnfeksiyon genellikle travma sonrasında mantarın deriye teması ile gelişir. Sıyrık, abrazyon gibi küçük zedelenmeler de giriş için yeterlidir. Ender olarak sporların inhalasyon yoluyla alınması sonucu da hastalık gelişebilir.
Sporotrikoz cinsiyet farkı gösterir ve erkeklerde kadınlardan daha fazla rastlanır, ancak bunun nedeni bilinmemektedir. Farklı yaş gruplarındaki sıklık da değişmekte, hastalık çocuklarda erişkinlerden daha seyrek görülmektedir. Toprak ve bitki ile uğraşan mesleklerde, örneğin; çiçek yetiştirenler, bahçıvanlar, maden işçileri ve oduncularda infeksiyon riski daha yüksektir. Hastalık insandan insana geçmez, ancak kapalı topluluk ve aynı aile fertleri arasında, aynı kaynağa temas sonucu birkaç olgu bildirilmiştir.
Esmer Mantar "Black Mould" İnfeksiyonları
Esmer mantarlar koyu renkli pigment yapan heterojen bir grup mantar olup, her yerde bulunur ancak insanda nadir olarak infeksiyon yapar. Bu mantarların virülansının görece düşük olduğu ve hastalığın klinik seyrinin esas olarak konağa ait faktörler tarafından etkilendiği düşünülmektedir. İnfeksiyonun klinik spektrumu esmer miçetomalar, kromoblastomikoz, sinüzit ve yüzeyel, kütanöz, subkütan, sistemik feohifomikozları kapsar. Yakın zamanlarda bu tablolara fungemi de eklenmiştir.
İnsanda çok sayıda cinsin infeksiyon yaptığı gösterilmiştir. Bunlar; Alternaria, Curvularia, Bipolaris, Exserohilum, Exophiala ve Wangiella'dır. Feohifomikoz (Yunanca "phaeo" koyu renkli, esmer) klinik örneklerde maya benzeri hücreler, yalancı hifa ve hifa gibi fungal ögelerin tek başına veya birlikte bulunmasıyla karakterizedir. Feohifomikoz miçetoma ve kromoblastomikozdan farklı olarak deri ve deri altı dokularla sınırlı değildir ve daha çeşitli inflamatuvar reaksiyonlara neden olur. Kütanöz olmayan feohifomikozlar her doku ve organı tutabilir ve en fazla sinüsler, akciğer ve beyinde görülür. İnvaziv hastalığa ilaveten allerjik reaksiyonlar da sıktır, sinüzit ve akciğer hastalıklarına yol açar.
Kromoblastomikoz
Deri ve deri altı dokunun kronik, lokalize infeksiyonudur ve genellikle ekstremitelerde kabarık, kurutlu lezyonlar oluşturur. Birçok kahverengi pigment yapan mantar tarafından meydana getirilir. Bu etkenlerin isimlendirmesi konusunda yazarlar arasında anlaşmazlık vardır. En fazla rastlanan etkenler sıklık sırasına göre Phialophora verrucosa, Fonsecaea pedrosoi, Fonsecaea compacta, Cladosporium carrionii, Rhinocladiella aquaspersa (Ramichloridium cerophilum) şeklinde sıralanabilir. Diğer pigment oluşturan mantarlar tarafından da sporadik kromoblastomikoz olguları meydana getirilebilir. Etkenler dokuda tipik olarak kalın duvarlı, koyu kahverengi sklerotik hücreler meydana getirir.
Kromoblastomikoz etkenleri toprak, odun ve bozunan bitki artıkları gibi maddelerin bulunduğu çevrede yaygın olarak bulunur. İnfeksiyon insanda genellikle derinin kesik veya kıymık batması gibi travma ile zedelenmesi sonucu mantarın girmesiyle meydana gelir. Hastalık çıplak ayakla gezilen yerlerde ve ılıman iklimlerdeki kırsal kesimlerde daha fazla görülür. İnsandan insana bulaşma olmaz.
Kromoblastomikoz çocuk ve ergenlerde nadirdir. Hastalık Japonya dışında, erkeklerde kadınlardan daha sık görülür ki bu daha çok mesleki temasın önemini göstermektedir. Olguların büyük bölümü 30-50 yaş arasındadır. Hastalığın aynı çevresel etkenlere temas etmiş çocuklarda nadir görülmesi uzun bir süre sessiz kaldığı (latent) dönem olduğunu düşündürmektedir. Verrüköz veya nodüler lezyonlar sıktır ve daha çok alt ekstremitelerde yerleşir.
Entomoftoramikoz
Doğu ve Batı Afrika, Güney ve Orta Amerika ve Güneydoğu Asya'daki yağmur ormanlarında görülür. Ilıman iklimlerde toprak ve nemli alanlarda çürüyen bitkiler üzerinde saprofit olarak yaşayan ve rinoserebral konidyobolomikoz etkeni olan Conidiobolus coronatus (Entomophtora coronata) tarafından oluşturulur. Tüm yazarlar aynı kanıda olmasa da, araştırıcıların en çok kabul ettiği yaklaşım basidyobolomikoz etkeninin Basidiobolus ranarum olduğu ve B. meristosporus ve B. haptosporus'un bunun sinonimleri olduğudur. B. ranarum topraktan, çürüyen bitkilerden, infekte böcekleri yutmuş kurbağa ve kertenkelelerin bağırsağından soyutlanmıştır. Kuluçka süresi tam bilinmemekte, kıymık batması ve böcek ısırması ile birlikte yaraya kontaminasyon olduğunda hastalık geliştiği düşünülmektedir.
Lobomikoz
Lobomikozun başlaması çok yavaş ve sinsi, hastalığın seyri çok yavaştır, öyle ki 40-50 yıl sürebilir. Hastalığın kuluçka süresinin uzun olması endemik bölgede bulunma öyküsünün araştırılmasını gerekli kılar. Hastalık travmaya bağlı derideki zedelenme sonucu gelişir ki, bunlar kıymık batması ve böcek ısırmasının yanı sıra yılan sokması, kesi ve bitki keserken yaralanma sonucu gelişebilir. Etken özellikle sulak çevrelerde yaygın bulunur ki, bu muhtemelen yaşam döngüsünün önemli bir bölümünü oluşturur.
Hastalık Amerika kıtasının tropikal bölgesinde yaygındır. İnfekte bireylerden etken soyutlanamamıştır ve etken olan mantar tanınamamıştır. Etken deriden girip aylar ya da yıllarca burada kalır, daha sonra deri altı dokulara geçerek genellikle 30-40 yaşlarındaki erkeklerde hastalığa yol açar.
Miçetoma
Miçetoma Afrika ve Amerika kıtalarının kurak, tropikal ve subtropikal bölgelerinde, özellikle çöle komşu alanlarda yaygındır. Sahra ve Arabistan çölleri hem olgu sayısının fazlalığı hem de etken mikroorganizmaların karışıklığı nedeniyle en önemli endemik bölgedir.
Tropikal ve subtropikal bölgelerdeki kurak alanlarda en fazla görülen etken Madurella mycetomatis, Actinomadura madurae, Actinomadura pelletieri ve Streptomyces somaliensis'tir. Bu mikroorganizmalar Afrika ve Asya'nın büyük çöllerinde ve Güneydoğu Avrupa'da bol bulunur. Latin Amerika'nın nispeten nemli yörelerinde Nocardia brasiliensis daha sık, Madurea grisea ise daha enderdir. Romanya gibi ılıman iklimlerden de olgular bildirilmiştir.
Erkeklerde kadınlardan daha sık görülür. Etkilenen yaş en fazla 20-50 yaş arasındadır. Etken deride zedelenme sonrası kontaminasyon sonucu girer. Odun, diken ve toprakla kirlenen yaralardan bulaşma şansı vardır. Tropikal ve subtropikal bölgelerde akasya ağacı gibi dikenli bitkiler etkenin girişini kolaylaştırır. Miçetoma etkenlerinin çoğu bitki ve toprak, canlı ve ölü bitkilerde bulunur.
Pnömosistis İnfeksiyonu
Eski adıyla Pneumocystis carinii yeni adıyla Pneumocystis jirovecii taksonomik yeri belli olmadığından öksüz organizma olarak adlandırılan, ancak son yıllarda ribozomal RNA'sının mantarlarda bulunan rRNA ile homolog olması nedeniyle mantar olarak kabul edilen bir etkendir. Öte yandan gelişmeler bununla da kalmamış, insanda hastalık yapan tür P. jirovecii olarak yeniden adlandırılmıştır.
Etken memeli hücrelerindeki özellikleri taşır. Genel olarak dört morfolojik şekil tanımlanmıştır: Trofozoid, kist, prekist ve sporozoid (intrakistik cisimcikler). Tanısal şekil kisttir ve Giemsa, Papanikolaou ve Grocott metenamin gümüş nitrat boyalarıyla boyanır.
AIDS epidemisinin erken dönemlerinde P. carinii pnömonisi (PCP)'ne ABD'deki hastaların üçte ikisinde bulunan AIDS tanımlayıcı hastalık olarak sık rastlanmaktaydı. HAART tedavisinin kullanılmaya başlanmasından sonra diğer fırsatçı infeksiyonlarda olduğu gibi PCP insidansı da 1992-1995 yılları arasında %21.5 iken, 1996-1997 yıllarında %3.4'e düştü. Buna rağmen hastalık ABD'de AIDS tanımlayıcı hastalıklar arasında en fazla görülenidir. P. jirovecii AIDS, malign hastalık sırasında kemoterapi rejimleri, immünsüpresif tedavi alanlar, organ transplantasyonu olguları ve doğmalık immünsüpresif durumlar gibi bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda ağır ve öldürücü pnömoniye yol açar. Ancak infeksiyon her zaman akciğerle sınırlı olmayıp lenfatik ve hematojen yolla yayılabilir. Yaygın infeksiyon en fazla tiroid, karaciğer, kemik iliği, lenf bezi ve dalakta tutulum yapar.
PCP için en önemli risk faktörü CD4 sayısının 200/mm3'ün altında olmasıdır. Ancak HAART sonrasında bu risk daha azalmış, ancak bu tedavi altında gelişen PCP tablolarında CD4 sayılarının çok daha düşük olduğu gösterilmiştir.
PCP kadın ve erkeklerde eşit oranda görülmektedir. Bir çalışmada Afrikalı Amerikalılar'ın beyazların üçte biri sıklıkta hastalığa yakalandığı bildirilmişse de bu bulgu tekrarlanmamıştır. HIV geçiş yolu ile PCP riski farklılık göstermemektedir. Hastaların Pneumocystis ile kolonize olmaları infeksiyon riskini arttırdığı gibi taşıyıcılar etkenin bulaşında önemli rol oynamaktadır.
Çocuklarda PCP HIV epidemisinin ilk yıllarında, çocuklarda 1.3 olgu/100 çocuk yılı, bebeklikten adölesan çağa kadar da 9.5 olgu/100 çocuk yılı sıklıkta görülmekteydi. Gebelikteki tarama ve vertikal geçişin önlenmesi pediatrik HIV infeksiyonunu azalttı, öte yandan HAART döneminin başlaması çocuk hastalardaki bütün fırsatçı infeksiyonlar gibi muhtemelen PCP olgularını da azalttı. Ancak HAART'nin çocuk hastalardaki sonuçları henüz net değildir.
HIV infeksiyonu olan çocuklarda PCP gelişimi erişkinlerdeki kadar CD4 sayısı ile ilişkili değildir. İnsidans çocuklarda üç-altı ayda pik yapmakta, altı yaş üzerindeki çocuklarda ise CD4 sayısı önem kazanmakta ve erişkinlerdeki gibi CD4 sayısı < 200/mm3 olması profilaksi endikasyonu olarak kabul edilmektedir.
Pneumocystis infeksiyonunun bulaşması da, çevresel ortamdaki kaynağı da tam olarak anlaşılamamıştır. Yıllar boyunca bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu latent infeksiyonun reaktivasyonu teorisi kabul görmüştü. Günümüzde ise çevresel kaynaklardan alınabilmesi ve insandan insana bulaştırılmasının mümkün olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, infekte olmayan bireylerin etkeni asemptomatik olarak taşıyabildikleri bilinmektedir. Hayvan ve insanda hava yolu ile bulaşa ilişkin kanıtlar elde edilmiş ise de halen bu olgular için solunum izolasyonu önerilmemektedir.
KAYNAKLAR
YAZIŞMA ADRESİ
Yrd. Doç. Dr. A. Seza İNAL
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Klinik Bakteriyolojisi ve
İnfeksiyon Hastalıkları
Anabilim Dalı, ADANA